Çocukluğumun Nevruzu Masalı
Üçüncü sınıfta okuyordum. Bir bahar günüydü. Çiğdemlerin çıktığını çevremizden duymuştuk. Çiğdemleri topraktan çıkarıp onların yumrularını yemek çok lezzetliydi. Biz bunu önceki bahardan biliyorduk. Önümüzdeki gün cumartesiydi. Ormanda çiğdem çoktu. Ormana gitmemiz gerekirdi. Cuma gününden arkadaşım Hasan’la sözleştik. Cumartesi erkenden kalktım, kuşluk olmuştu. Kahvaltımızı yaptık. Hasan ile buluştuk. Birde yol arkadaşımız bizim Karabaş’ı yanımıza aldık. Ne olur ne olmazdı, ormanda kurt kuş vardı. Karabaş bizi korurdu. Zaten Karabaş benden hiç ayrılmazdı. Hasan, ben ve karabaş yola koyulduk Köyle orman arası ne çok uzak ne çok yakındı. Bir koşuda gidip bir koşuda gelirdik. Köyün şırıl şırıl suların aktığı Şendere üstündeki köprüden geçtik. Oradan patika yolda yürümeye başladık. İki tarafı dağlık olan Kurudere’nin yamaçları çıplaktı. Ağaçlarını kesmişler açıklıktı. Biz konuşa konuşa ormana doğru yürümeye başladık. Ormana vardık. Biraz çiğdem topladık. Topladığımız çiğdemleri de yiyorduk. Karabaş birkaç tavşan peşinden koştu. Bazen tilkilerin peşinden koştu. Haydi yakala Karabaş, A varıyor a, a varıyor a! Diye bağırdıkça, tilkiler nasıl bölüklerin dibinden kalkıp kaçıyorlardı. Biz de Karabaş’ın peşinden koşardık. Karabaşla saklambaç oynadık. Ağaçların arasına saklanırdık. ‘Kuçu kuçu’ diye seslenirdik Karabaş bizi bulurdu. Karabaş hep ebe olurdu. Vakit geçmişti. Hava sıcaktı ama ne zaman bulutlanmış, dağların sırtından kara bulutlar ne çabuk yürümeye başlamıştı. Bizim tarafımızda bir şey yok gibiydi. Kara bulutlar dağların üstündeki gökyüzünden bizim üzerimizdeki gökyüzüne doğru koşuşturuyorlardı. Çok zaman geçmedi. Güneş kayboldu. Şimşek ve gök gürültüsü, gök gürültüsünün yanında birde fırtına çıktı. Bir iki damlalar üzerimize düşer gibi oldu. Bulutlar sanki yükseldi. Hava birden soğudu. Ama çok çabuk üzerimize geri döndüler. Her taraf karardı, yağmur değildi. Kafamıza dolu düşmeye başladı. Hemen ağaçların altına girdik. Lakin korkmaya başladık. Yerler kar yağmış gibi bembeyaz olmaya başladı. Çok şiddetli yağıyordu. Biraz yağdı yağmura çevirdi. Saatin kaç olduğunu bilmiyorduk saatimiz yoktu. Çamurdan çıkamıyorduk. Ağlamaya başladık. Tekrar
Sponsorlu Bağlantılar
köyün yolunu tuttuk. Yönümüzü ağaç yosunlarından bulduk. Ağaç yosunları kuzeyi gösteriyordu. O zaman köy güneyde kalmıştı. Orman zaten köyün kuzeyindeydi. Biz ters yöne güneye gitmeliydik. Ne göresin kuru dere kıpkırmızı sel, öyle hızlı akıyor öyle hızlı akıyor. Yamaçtan yola inmemiz mümkün değil önüne ne geldiyse götürüyor. Biz daha çok ağlamaya başladık. Bizi kimse almaya gelemezdi. Çünkü; bu sel köy deresine gidiyor. Köyle bizim bağlantımızı kesiyordu. Ağladık ağladık Karabaş etrafımızda havlayıp duruyordu. Hasan’a dedim şu “karpanın (küçük mağara) içine girelim” dedim. Hasan hiç ıştırmadı (konuşmadı) boynunu büktü. Karpaya girdik. Saatler geçmişti yorulmuştuk, acıkmıştık. Köyde lambaların ışıkları görünmeye başlamıştı. Gece olduğunu anladık. Lakin selin homurtusu, derenin inlemesi ve çağıltısı kulaklarımızda uğultusu vardı. Selin aktığını, kesilmediğini biliyorduk. Herkes bizi aramaya çıkmış. Biz uyuya kalmışız. Karabaş’ın havlamasından bizim yerimizi bulmuşlar, geç saatlerde. Karabaş bizim yanımızdan ayrılmamış. İşte bu sel bizlere büyük bir ders oldu. Aynı zamanda da Kurudere de böyle hiç sel görülmemiş. Okula gittik herkes bize geçmiş olsun dedi. Sel köyün ekili alanlarını da alıp götürmüştü. Herkese bir görev düşüyordu. Öğretmenimiz bize dedi ki; “Hepimize görev düşüyor. Biz büyükler şimdi uğraşacağız Kurudere’nin önüne bent yaptıracağız. Devletten yardım isteyeceğiz. Size düşen görevlerde var, çocuklar. Sizde son baharda çevrenizde ne kadar palamut ağacı pelidi bulursanız getireceksiniz. Okulda biriktirdiğimiz pelitleri güzelce poşetlere paketledik. Hepimiz son baharda palamut pelidi topladık. İlkbahar da okulca elimizde çapalarla öğretmemizin gözetiminde Kurudere’nin yamaçlarına palamutları toprağa çukurlar açarak her çukura pelitleri bıraktık. Üstünü toprakla kaptık. Hepimiz Şendere’den su taşıdık. Ektiğimiz palamutlara can suyu verdik. Bizden büyükler yamaçlara setler yaptılar. Birkaç yıl içinde yamaçlarda palamutlar boy göstermeye başladılar. Kuru derenin önüne bent yapıldı. Her yıl okul olarak yamaçlarda binlerce palamut pelidini toprakla buluşturduk. Kurudere’nin adı. Şimdi Palamutluk oldu.
Muallim AYHAN BİNGÖL