Keloğlan ve Sihirli Kuş Masalı
Bir varmış bir yokmuş. Bir masal ülkesinde Gülyüz derler, gül yüzlü, güler yüzlü bir kız varmış. Gülyüz, bir padişah kızıymış. Bir gün gergefini kurmuş, nakış üstüne nakış işliyormuş has bahçede. Derken, görülmemiş güzellikte, gerdanı kınalı, gözleri zümrüt, gagası mercan bir kuş gelmiş, gergefin üstüne konmuş. Gözlerini kızın gözlerine dikmiş, başlamış içli bir ezgiyle ötmeye. Gülyüz, sanki büyülenmiş gibi ayıramamış gözlerini kuştan.
Neden sonra incili ipek çevresini kaldırıp atmış kuşun üstüne. Kuş, çevreyi mercan gagasıyla kaptığı gibi “Pırr…” diye kanat çırpmış, uçup gitmiş. Kız da arkasından bakmış kalmış. O günden sonra Gülyüz Sultan, her gün has bahçeye iner, özlem dolu gözlerle kuşu bekler dururmuş. Ama ne çare… Bu göz kamaştırıcı kuş bir daha görünmemiş. Küçük sultan ise kuşu bir türlü aklından çıkaramıyormuş. Kuşun özlemiyle günden güne sararıp solmuş. Ülkenin tüm hekimleri, padişah kızının derdine çare bulmaya çalışıyorlarmış.
Onlar çalışadursunlar, biz haberi Keloğlan’dan verelim. Keloğlan, Gülyüz’ün çevresini kuşa attığı günlerde yine yayan yapıldak dağ bayır dolaşır dururmuş o yörelerde. Dağlar aşmış, dereler geçmiş, çıkınındaki azığı tükettiği bir gün bir garipçe kuş gelmiş, yorgun kanatlarla bir çalı dibine atmış kendini.
Keloğlan sevinmiş, “Kısmetim ayağıma geldi. Tutar, kızartır, yerim.” demiş içinden. Usulca sokulmuş. Külahını atmış üstüne, kuşu tutmuş. Bir de ne görsün? Ağzında sırma işlemeli incili bir çevre… Keloğlan şaşmış kalmış. Bu göz alıcı renklerle bezeli kuşu kesip yemeye kıyamamış. Ağzına su akıtmış, “Bu kuş, yuvasına her zaman inci mercan götürüyorsa yaşadık.” demiş. İzleyip yuvasını bulmak için kuşu salıvermiş.
Kuş uçmuş, Keloğlan koşmuş; kuş uçmuş, Keloğlan koşmuş… Derelerden sel ile, tepelerden yel ile, gitmiş kuşun ardından, başındaki kel ile… Sonunda vara vara cennete eş bin bir renkli bir bahçeye varmışlar. Kuşu kaybetmiş bahçede ama kendini kaybetmemiş Keloğlan. Bahçeyi geçmiş, bir altın saray çıkmış karşısına. Saraya girmiş. Kimseler yokmuş içeride. Keloğlan şaşkın, “ Buranın elbette bir sahibi vardır.” diye geçirmiş içinden.
Dönmüş dolaşmış bir kapıyı açmış. Bir yemek odası görmüş. Ne isterseniz varmış sofrada. Canı çekmiş Keloğlan’ın. Elini uzatıp da bir lokma alacak olmuş. “Yerse önce Murat Şah yer!” diye eline bir kepçe vurmuşlar. Birden Keloğlan’ın eli şişmiş. Ne vuranı görmüş ne söyleyeni. Korkmuş Keloğlan, “ Periler sarayı olmasın burası.” diye çıkıp kaçacağı sırada bir kanat sesi çalınmış kulağına. Hemen
Sponsorlu Bağlantılar
bir dolaba girip saklanmış.
Biraz sonra o gerdanı kınalı, kanadı nakışlı kuş gelmiş. Odanın ortasındaki su dolu altın leğenin içine dalmış. İnanamayacaksınız ama, bir silkinmiş tüyünü teleğini dökmüş, civan bir delikanlı olmuş. Keloğlan gördüklerine inanamamış da olanlara akıl erdirmeye çalışırken delikanlı koynundan o incili çevreyi çıkarmış. Hem koklar hem de “Ah sultanım nerelerdesin? Senin gözlerin de yaşlı mı şimdi?” diye göz yaşlarını silermiş.
Bir süre ağlayıp söylendikten sonra yine kuş olmuş “Pırr…” demiş, uçup gitmiş. Keloğlan’ın ağzı açık kalmış. Hemen dolaptan fırlamış, kendini bu perili saraydan dışarı atmış. Arkasına bile bakmadan oradan kaçmış. Sihirli bahçeyi geçmiş, alaca karanlıkları aşmış, düze ulaşmış.
Az gitmiş, uz gitmiş; dere tepe düz gitmiş… Derken bir yerlere gelince bakmış ki bir kalabalık, bir kıyamet. Sokulmuş Keloğlan da ne oluyor diye. Burası bir hamammış. Ülkenin padişahı, kızı Gülyüz Sultan’ın derdine çare bulamamış da bu hamamı yaptırmış. Dört yöne de haber salmış. “Her kimin başından ilginç olay geçmişse gelsin anlatsın, hamamda da bedava yıkansın…” diye. Böylece kızının avunacağını umuyormuş. Keloğlan da hamama girmiş, yıkanmış. Başından geçenleri anlatması için onu Gülyüz Sultan’ın önüne çıkarmışlar.
Keloğlan mindere oturmuş: “Dinle sultanım, sana bir şey anlatayım ama hayretten sakın küçük dilini yutma…” diye başlamış başından geçenleri bir bir anlatmaya. Kulaklarına inanamayan sultan, “ Aman Keloğlan bu hamamı sana bağışladım. Ne olur bana oranın yolunu göster!” diye yalvarmış Keloğlan’a. Böylece sihirli kuşun yoluna düşmüşler. Az gitmişler, uz gitmişler; sonunda Keloğlan bin bir renkli o sihirli bahçeyi bulmuş.
Altın sarayı Gülyüz Sultan’a göstermiş: “Asıl görüp şaşacakların içeride sultan bacı. Hadi eğleşmeden girelim saraya.” Demiş ama Gülyüz, Keloğlan’ı tehlikeye atmak istememiş. Helalleşip ayrılmış; altın saraya girmiş, dolaba saklanmış. Biraz sonra sihirli kuş gelmiş. Silkinmiş, civan yapılı bir genç olmuş. Sultanın çevresini çıkararak “Bu çevreyi işleyen eller sağ mı? Bir daha sultanımın yüzünü görebilecek miyim?” diye ağlayıp mendille göz yaşlarını silmiş.
Kız hemen koşmuş, delikanlının kollarına atılmış. Meğer bu delikanlı da insan soyundanmış. O da bir padişah oğluymuş. Murat Şah’mış adı. Masal bu ya nasıl olmuşsa perilerin ağına düşmüş bir gün. Bir daha da kurtulamamış tılsımlarından. Onu seven bir insan eli, eline değinceye dek bozulmamış tılsım… Sultan ona sevgiyle sarılınca tılsım bozulmuş, periler ülkesinden birlikte kaçmışlar. Kırk gün kırk gecelik düğünleri kurulmuş. Mutlu bir yaşama başlamışlar.