Tembel Ahmed Okuma Masalı

Bir padişahın aşk yüzünden delirmiş bir oğlu ile, üç kızı vardı. Kızların düğün zamanı geçmeye başlamıştı. Bir gün bu üç sultan, Bostancıbaşı’yı çağırdılar. Her biri bir karpuz ısmarladı: Büyüğü çok geçmiş bir karpuz, ortancası az geçmiş bir karpuz, küçüğü tam kemalinde bir karpuz istedi. Bostancıbaşı, istenilen karpuzları getirdi. Sultanlardan her biri kendininkine adını yazarak, karpuzu padişaha gönderdiler. Padişah, karpuzu birer birer kesti. Kızlarının bu bilmecelerindeki ma’naları anladı. 


Padişah, iptida büyük kızını çağırdı: “Seni bir gence mi vereyim, ergin ve olgun bir adama mı vereyim?” diye sordu. 


Büyük sultan,”Siz bilirsiniz, padişahım!”diye cevap verdi. Padişah, bunu sağ vezirin  oğluna verdi;  düğünlerini  yaptı.  Sonra  ortanca  kızını  çağırarak  aynı  suali sordu aynı cevabı aldı. Bunu da sol vezirinin oğluna verdi. Sıra küçük kızına gelince onu da çağırdı; ona da aynı suali sordu; fakat küçük sultan saraylara mahsus nazikâne riyaya lüzum görmedi: “Şevketli babacığım, beni bir gence veriniz!” dedi. Padişah, bu cevaptan öfkelendi. Heman tellallar çağırtarak nerede tembel, aciz, hımbıl bir genç varsa haber verilmesini i’lan ettirdi. Meğer, fakir bir kadıncağızın Tembel Ahmed adlı bir  oğlu  varmış  yerinden  kalkmaya  bile  üşenirmiş…  Bunun  kulübesini  padişaha haber verdiler. Padişah, küçük kızını, ceza olmak üzre bu gence verdi. Bunların da düğünü yapıldı. 


Tembel Ahmed, bir gün evin bahçesinde hava almak istedi. Annesi onu arkasına alarak  bahçeye  götürdü.  Sultan  Hanım,  kaynanasına  dedi  ki  “Sen  onu  bahçeye götürdün, oradan getirmek de bana düşer!...” Kaynanası, “ Ah sen onu nasıl getirebilirsin?” demesiyle, “ Kocam değil mi? Elbette getiririm!” dedi ve hemen mutfağa  koştu;  ateşli  bir  odun  alarak  Tembel  Ahmed’in  yanına  gitti:  “Sen  hiç utanmaz  mısın?  Annen  seni  bahçeye  sırtında  getirip  götürüyor.  Daha  ne  zamana kadar evde kalacaksın? Haydi git; çalış, para kazan! Sen de bir adam ol. Yoksa bu odunla sana a’la bir ziyafet çekerim!” dedi.  Tembel  Ahmed,  bu  hali görünce  korkusundan  sokağa  fırladı;  çarşıya   gitti.  Orada  onun  bunun  eşyasını taşımaya başladı. Akşama kadar beş on kuruş kazandı. Akşam olunca eve geldi. Yavaşça kapıyı çaldı.


Tembel Ahmet: Tak tak!... Annesi: Kim o?
Tembel Ahmed: Benim Tembel Ahmed! Annesi: Gir içeri!
“Hanım evde mi?” “Evde!”
“Odun elinde mi?””Elinde!”
“Öyle ise içeri gelemem. Al bu parayı, ben yine kazanmaya gidiyorum!”


Annesi her ne yaptı ise, Tembel Ahmed içeri girmedi. Ertesi gün yine beş on kuruş kazanarak, akşam kapıya geldi.


“Tak tak!”
“Kim o!”
“Benim Tembel Ahmed!” Annesi: Gir içeri!
“Hanım evde mi?”
”Evde!”
“Odun elinde mi?” “Elinde!”
“Öyle ise içeri gelemem. Al bu parayı, ben yine kazanmaya gidiyorum!”


Ertesi gün, bir tüccar, Tembel Ahmed’e beş yüz kuruş verdi.”Bu parayı harçlık olarak ailene bırak! Seni kervan başı ta’yin ediyorum. Benimle beraber Bağdat’a gideceksin. Hayvan başına sana yüz kuruş vereceğim.”dedi. Tembel Ahmed bu teklifi kabul etti. Beş yüz kuruşu alarak eve geldi.


“Tak tak!” “Kim o?”
“Benim Tembel Ahmed” Annesi: Gir içeri! “Hanım evde mi?” “Evde!”
“Odun elinde mi?” “Elinde değil!”
“Al bu beş yüz kuruşu. Ben ticaret için Bağdat’a gidiyorum!” “Oğlum içeri gel de, biraz yüzünü göreyim!”
“Hanım evdedir, gelemem. Allah’a ısmarladık!”


Tembel Ahmed kervanla beraber yola çıktı. Kervan bir gün ıssız, ağaçsız, susuz bir çöle  rast  geldi.  Araya  araya  tepeler  arasında  gizli  bir kuyu  buldular.  Tüccar, Tembel Ahmed’e kova ile kuyuya inmesini, orada kovayı su ile doldurmasını emretti. Bu işin ücreti olarak, hayvan başına bir lira alınacaktı.   Tembel Ahmed kuyuya indi; kovayı  su  ile  doldurdu.   Kervan  halkı,  kovayı  yukarı  çektikçe   hayvanlara   su veriyorlardı. Hayvanlar suyu bitirince, tekrar kovayı sallıyorlar Tembel Ahmed onu yeniden  dolduruyordu;   fakat,  Tembel  Ahmed  yalnız  bu  iş  ile  meşgul   değildi. Kuyunun içinde bir kapı gördü. Kapıdan içeri girince kendisini bir köşk içinde buldu. Bu köşkte  kara gözlü bir güzel kız oturmuş,  mahzun  mahzun düşünüyordu.  Kara gözlü kız Tembel Ahmed’i görünce, “Aman Allah aşkına olsun, beni bu kuyudan kurtar!” diye yalvarmaya başladı. Tembel Ahmed, “Şimdi seni çıkarırsam, dışarıdaki arkadaşlarım  sana  belki  fenalık  ederler.  Daha  birkaç  gün  sabret;  ilk  uğradığımız şehirde kervandan ayrılarak iki atla, bir ip merdivenle buraya geleceğim. Seni kurtaracağım!” dedi. Kız kendisini unutmasın diye, yüzüğünü parmağından çıkararak Tembel Ahmed’in parmağına taktı. Tembel Ahmed köşkün bahçesine çıkınca, orada yemişleri tabii narlardan farksız sun’i nar ağaçları gördü. Tembel  Ahmed,  tabii

Sponsorlu Bağlantılar

 sandığı  bu  narlardan  kopararak  omzundaki  heybesinin  iki gözünü doldurdu ve kıza veda ederek kuyudan çıktı. Yolda kendi memleketine giden bir kervan rast geldi. Bu kervanın içinde eski bir arkadaşını gördü, heybeyi bu arkadaşına teslim ederek evine gönderdi.


Bir  gün  akşama  doğru  Tembel  Ahmed’in  evinde  karısıyla  annesi konuşuyorlardı.  Kapı çalındı; “Tembel Ahmed size gönderdi!” diye içeriye narlarla dolu  bir  heybe  verildi.  Küçük  sultan,  “Ne  güzel  narlar!”  diyerek  heybeyi  kilere götürdü.  Bir  gece,  gelin  hanım,  kaynanasına,  “Bu  güzel  narlardan  bir  tanesini keselim de yiyelim!” dedi. Bir nar getirerek kesti. Narın yapma olduğunu içinin inci, elmas, yakut ve zümrütlerle dolu olduğunu gördüler. “Bu narları saklayalım!” dedi. Ertesi  gün, kestikleri  nardan  çıkan  mücevherleri  sattılar.  Bunun  parasıyla  padişahın  sarayına karşı güzel bir saray yaptırdılar. İçinde tekye gibi bütün yolcuların ve seyyahların misafir edileceğini, a’la yemekler verileceğini i’lan ettiler. Padişah vezirine, “Bu sarayın sahibini bilmek istiyorum. Kıyafetimizi tebdil ederek oraya gidelim. Bir çorba içelim. Belki sahiplerini de görürüz.” dedi. Derviş kıyafetini giyerek yeni saraya geldiler. Adamlardan hiçbirini tanıyamadılar.


Tembel Ahmed’in kervanı Bağdat’a ulaşınca, tüccar, ona bir altun tepsi verdi; “Bu tepsiyi Musul padişahına götürürsen sana çok bahşiş verecektir!” dedi. Tembel Ahmed, Musul’a giderek tepsiyi padişaha takdim etti. Padişah, Tembel Ahmed’in parmağındaki yüzüğü görünce dört seneden beri kaybolan kızının yüzüğü olduğunu anladı. Padişah, yüzüğün ne suretle eline geçtiğini sordu. Tembel Ahmed, kuyu macerasını  anlattı.  Padişah,   “  O  benim  kızımdır.  Sizin  memleketin  veliahdine nişanlıdır. Bir gün kızım ortadan kayboldu. Çok aradık, bulamadık. Nişanlısı da uğradığı felaketten  çıldırdı.  Şimdi kızımı  kuyudan  kurtarırsan  hem  benden,  hem kendi padişahından çok ihsanlara nail olursun!” dedi. Tembel  Ahmed’e  beş on araba ile, bir tabur asker verdi. Tembel Ahmed, kuyunun yanına gelince içine indi. Kara gözlü sultanın bütün eşyasını dışarı çıkarttıktan sonra, sultana dedi ki, “Şimdi sen de çıkmağa hazırlan; fakat, önce ben çıkacağım; çünkü sen daha evvel çıkarsan beni burada bırakıp gitmeleri ihtimali var!”. Tembel  Ahmed,  kuyudan  çıktıktan sonra sultanı da çıkardı. Musul’a babasının yanına götürdü. Kız babası ile, annesi ile görüştükten sonra, nişanlısının yanına gitmek istedi. Tembel Ahmed, nişanlısının eniştesi olduğunu kendisi de memlekete gitmek üzere olduğundan beraber götürülebileceğini söyledi. Sultan memnuniyetle, beraber gitmeye razı oldu.


Kafile, şehre bir saat mesafedeki bir köye ulaşınca Tembel Ahmed, “Siz burada kuracağınız çadırda bekleyiniz. Ben gidip, geldiğinizi haber vereyim.” dedi. Tembel Ahmed,  kulübesinin  kapısına  geldi.  Sultan  hanım,  Tembel  Ahmed  gelince tanıyabilsin diye kulübeyi yıktırmamıştı. Tembel Ahmed kapıyı çaldı.


“Tak, tak!” “Kim o?”
“Benim, Tembel Ahmed!”
“ İçeri gelsene, kocacığım!” “Hanım evde mi?”
“Evde!”
“Odun elinde mi?” “Elinde değil!”


Tembel Ahmed içeri geldi. Bir de ne görsün, evlerinin içi muhteşem bir saray olmuş… Karısı, gönderdiği narların mücevheratla dolu olduğunu, yalnız bir tanesini satmakla bir saray yaptırdıklarını anlattı. Tembel Ahmed dedi ki, “Bu narların perisini de  getirdim.  Dört  seneden  beri  deli  olan  kardeşim,  bu  periyi  görünce  yenidenakıllanacak; çünkü, bu peri onun o kadar derin bir aşkla sevdiği nişanlısıdır!” Sultan bu haberden çok memnun oldu. Tembel Ahmed’e “Sen hamama git, elbiseni değiştir, ben onu getiririm!” dedi. Hemen altın arabaları hazırlatarak karşılamağa gitti. Kara gözlü sultanı, büyük bir debdebeyle saraya getirdi.


Ertesi akşam padişahla oğluna bir ziyafet çekti. Padişah, ister istemez deli şehzadeyi  de beraber  götürmeye  razı oldu.  Delinin  hiç  kimseye  bir zararı  yoktu. Yalnız derin bir kasvet içinde yaşıyor, etrafında söylenen  sözlerden hiç haberdar olmuyordu. Padişah, Tembel Ahmed’i tanıyamadı. O sırada küçük kızı, yasemin çubuğunu getirerek kendisine takdim edince, onu tanıdı. “Padişahım! Beni tembellikten kurtarıp hiç yorulmaz bir adam haline koyan kızınızdır.  O  beni  kendisine  layık  bir  koca  yaptı.  


Ben de ona ve size gayet kıymetli bir hediye getirdim. Dört seneden beri şehzadeyi bu halde bulunduran sevgilisini getirdim!” Bu anda, dört senelik aşk hasretiyle yanan kara gözlü sultan içeri girerek şehzadeye doğru koştu. Şehzade bunu görünce elini eline götürdü. Gözleri canlanmaya başladı. Halinden, tavrından yavaş yavaş hatıralarının uyandığı, hafızasının yerine geldiği anlaşılıyordu.  Birkaç saniye geçtikten  sonra,  tamamiyle  aklı  başına  geldi;  “Ah,  sevgilim!”  diyerek  nişanlısına sarıldı.  Padişah,   kızına  ve  damadına  teşekkür  etti.  Kırk  gün  kırk  gece  düğün yapılarak,   şehzade   ile  kara  gözlü  sultan  muratlarına   erdiler.