Dedem Bir Rüya Görmüş Hikâyesi-Öyküsü
Aslında her eve bir dede lâzım.
Abartmıyorum.
Deden varsa derdin yok demektir. Pilli, uzaktan kumandalı araban çalışmıyor mu? Haydi koş dedene. Canın parkta gezinmek mi istiyor? Dedene söyle! Tiyatroya mı gitmek istiyorsun? Dedenden iste.
E arada bir harçlık takviyesi de lâzım. Onu da yapıverir dedeler. Aslında bu küçük bir ayrıntı tabii. Ama bazen ayrıntılar da önemlidir, değil mi?
Yalnız bu kadar mı? Bir dedenin faydaları saymakla bitmez. Dededen masal dinlemenin zevki başkadır. Sorduğu bilmeceleri bilmek o kadar da kolay değildir. Hele anlattığı tarih öyküleri, askerlik anıları... Hepsini ağzı açık dinlersiniz.
İşte onun için, dedem nerede ben orada.
Bana sorarsanız, her insanın en az bir tane dedesi olmalı. Gülmeyin, canım. Zaten insanın iki dedesi olur demek istiyorsunuz. Annenizin babası, bir de babanızın babası. Ben de onu diyorum ya işte. İki dedeniz varsa, çok şanslısınız. Ne mutlu size!
Bence doktorlar reçetelerine ilâç olarak dedeyi de eklemeliler. Meselâ “Dedesi ile günde bir saat geçirecek.” diye yazmalılar. Özellikle huysuz, huzursuz çocuklar için.
Hepsi iyi güzel de, babalar ne olacak diyebilirsiniz? Orada biraz durmak lâzım. Çünkü babalar kıskanıyor. Geçen gün bisikletime binmiştim. Dedem beni seyrediyordu. Babam geldi. Dedeme,
- Aşk olsun baba, dedi, ben on yıl yalvardım bana bir bisiklet almadın. Davacıyım. Adalet istiyorum.
Dedem gülümsedi:
-O zaman öyleydi, oğlum, dedi.
-Peki, öyle olsun bakalım.
Sonra bana döndü:
- Ara sıra beni de bindirirsin değil mi?
-Hayır, baba. Boşuna heveslenme.
Boynunu büktü.
- Biliyor musun, oğlum, benim hiç bisikletim olmadı ki!
- Tamam tamam, baba, dedim, duygu sömürüsü yapma! İstediğin kadar binebilirsin.
- Sağ ol oğlum, dedi, babam. Çok teşekkür ederim. Allah ne muradın varsa versin. Sen beni sevindirdin, Allah da seni sevindirsin. Dile benden ne dilersen.
- İzci kampına gitmeme izin ver yeter, dedim.
- Eh artık düşüneceğiz, dedi.
O sırada dedem dudakları kıpır kıpır, gülümseyerek bizi seyrediyordu.
Dedemin rüyaları da ünlüdür. Dün gece yine bir rüya görmüş. Anlattı.
- Ormanlık bir yerdeyim. Ağaçlar arasından bir aslan çıkıp bana saldırıyor. Kaçıyorum. Aslan beni ha yakaladı ha yakalayacak. O sırada önüme
Sponsorlu Bağlantılar
bir kuyu çıkıyor. Derinliği altmış-yetmiş metre var. Kendimi kuyuya atıyorum. Kuyunun orta yerinde bir ağaca tutunuyorum. Havada asılı kalıyorum. Kuyunun içindeyim. Yukarıya bakıyorum, kuyunun ağzında beni kovalayan aslan. Aşağıya bakıyorum kocaman bir timsah. Ağzını açmış düşmemi bekliyor.
Ağaç da bir garip. İncir ağacı mı desem, erik ağacı mı desem... Dallarında bin bir çeşit meyveler. Elmadan muza, karaduttan portakala, cevizden nara, her türlü meyve...
Ağacın köklerine bakıyorum; biri siyah, biri beyaz iki tane fare ağacın köklerini kemiriyor. Ağacın gövdesine bakıyorum; on iki tane ağaçkakan ağacın gövdesini gagalıyor. Üç yüz altmış beş tane ağaç kurdu ağacın kabuklarını yiyor. Ne yalan söyleyeyim, biraz korktum.
- Sonra? diyor babam.
- Sonra bir ses duydum. “Korkma!” diyordu. “Bu bir sınav. Bakalım sınavı başarı ile geçebilecek misin? Şifreleri çözüp sonucu bulabilecek misin?”
Yalvarmaya başladım. “Ey bu yerlerin sahibi! Seni arıyorum! Bana bu sınavı hazırlayan sensin. Sana geliyorum. Senin sevgini istiyorum.” dedim. Her şey birden bire değişti. Aslan at oldu, timsahın ağzı da bir kapı... Ata bindim, kapıdan geçip güzel bir bahçeye girdim.
- Hayırdır inşallah, diyor babam.
Sonra biraz düşünüyor.
- En doğrusunu Allah bilir ya, o ağaç ömür ağacı olmalı, baba. Fareler de gece ile gündüz. Ağacı kemiren diğer yaratıklar da hastalıklar...
Dedem babama gülümseyerek bakıyor.
- Güzel yorumladın, diyor.
Ardından ekliyor:
- Hazreti Yusuf’la bir akrabalığın var mı senin? Rüyaları en iyi yorumlayan peygamberdir ya!
Sonra bana dönüyor:
- Sen ne düşünüyorsun?
Bir dakika. O ağaç, ömür ağacı, o iki fare de gece gündüz olduğuna göre... On iki ağaçkakan... Üç yüz altmış beş ağaç kurdu... Altmış-yetmiş metre derinliğinde kuyu... Aslan... Timsah... Yavaş yavaş anlıyorum galiba.
- Ya aslan, ya timsah? diyor dedem.
- Çıkaramadım, baba, diyor babam.
- Aslan ölüm sanki, timsah da mezar.
- Ya kuyunun derinliği? "Altmış yetmiş metre var." demiştin değil mi, dede?
- Evet yavrum. 63 metredeyim zaten.
Ne demek istedi, anlamadım. Babama soruyorum.
Babam yanağıma bir fiske vuruyor:
- Anlamadın, mı akıllım? diyor. 63 yaşında olduğunu söylüyor...
Tacettin Şimşek