Hekim ile Padişah Okuma Masalı
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, memleketin birinde, bir padişah varmış. Padişahın çok büyük orduları, sayısız malı mülkü varmış. Bu varlık içinde padişah, amansız bir hastalığa yakalanmış. Kısa sürede iğne ipliğe dönmüş. Vücudunun her tarafı yara bere içinde kalmış. Memleketin tüm ileri gelen hekimleri çeşitli ilaçlar vermişler, yaralarına merhemler sürmüşler ama nafile. Hükümdar, ölümün amansız kucağına doğru hızla ilerliyormuş.
Saray, artık bir pazar yerine dönmüş. Gelen hekimlerin haddi hesabı yokmuş. Fakat hiçbiri padişahın derdine derman olamamışlar. Bir gün, şehre yabancı bir hekimin yolu düşmüş. Bu hekim, sayısız kitaplar okumuş, sayısız deneyler yapmış, birçok dil bilen, bilge bir hekimmiş. Doğadaki tüm şifalı otların etkilerini bilir, bunlardan kendine özel ilaçlar yaparmış. Padişaha olanları duyunca, hemen saraya koşmuş. O sırada, günleri sayılı olan padişahın yanına kimse alınmıyormuş. Hekim, kendini tanıtmış. Padişahı iyileştireceğini söylemiş. Güç bela padişahın yanına girebiImiş.
Padişahın huzurunda saygıyla eğilmiş. Ona iltifatlar etmiş. Güzel bir muayene ettikten sonra biraz düşünmüş: "Padişahım. Hastalığınızın çaresi çok kolay. Size küçük bir ilaç bile vermeden, inşallah bu dertten kurtaracağım." demiş.
Hükümdarın gözleri heyecanla parlamış. "Bunu yapabilirsen, sadece seni değil, senin tüm soyunu zengin ederim. Her isteğini yerine getiririm. Ölünceye kadar bedava yer içiririm. Lakin, aldatılmaktan bıktım. Sen de diğer hekimler gibi sahtekar çıkarsan, kelleni eline veririm!" diye tehdit etmiş.
Bilge hekim, padişahın şartını kabul ederek saraydan ayrılmış. Kendine bir yer kiralamış. Şifalı otlarını, şifalı iksirlerini bir bir sıralamış. Kitaplarını raflarına yerleştirmiş ve başlamış çalışmaya...
Bir kabın içerisinde şifalı atlardan ve diğer ilaçlardan bir karışım hazırlamış. Üzerine bal ilave etmiş ve bunu eliyle yoğrurarak bir top biçimine sokmuş. Ertesi gün, doğruca saraya koşmuş. Padişahın huzurunda saygıyla eğildikten sonra: "Padişahım. Söylediğim gibi ilacınızı hazırladım. Bu topu alın, avuçlarınızla bütün gücünüzle dövmeye başlayın. İyice terleyince, hamamda yıkanın ve üşütmeden yatağınıza yatıp dinlenin." demiş.
Padişah, avuçlarıyla topu dövmeye başlamış. Öyle ki, iksir, padişahın yaralı ellerinden tüm vücuduna yayılmış. Terleyince, gidip yıkanmış ve istirahate çekilmiş. Bir iki gün geçmeden hastalığından tümüyle kurtulmuş. Sevincinden yerinde duramıyormuş. Hemen hekimi saraya çağırtmış. Onu muhabbetle kucaklamış, bol bol ihsanda bulunmuş ve kendisine bin altın vermiş.
Günler böyle neşe ve muhabbet içinde geçerken, padişah; "Beni iyileştiren bu hekime, gün gelir yine ihtiyaç duyabilirim. Bu yüzden ne yapıp ne edip, bunu memleketimden uzaklaştırmamalıyım." diye düşünmüş.
Bir yemek esnasında, padişah bilge hekimi övmüş ve kendisine iki bin altın maaş bağladığını söylemiş. Hekim, saygıyla eğilerek şükranlarını dile getirmiş. Bu arada, padişahın kıskanç bir veziri varmış. Hekimi çok kıskanıyormuş. Vezir, bir fırsatını bulup padişaha hayati bir mevzuda konuşmak istediğini bildirmiş:
"Padişahım. Nasıl diyeceğimi bilemiyorum, belki kızacaksınız ama bunu size söylemezsem, kendimi. çok suçlu hissedeceğim. Sizin çok sevip güveniğiniz hekim, aslında bir casus. Sizi öldürmek istiyor."
Bu sözleri duyan padişah: "Sen neler söylüyorsun öyle! O bana kimsenin yapamadığı iyiliği yaptı,
Sponsorlu Bağlantılar
hayatımı kurtardı." diye hiddetle karşı çıkmış. Fakat, kurnaz vezir, ne yapıp ne edip padişahın gönlüne şüphe tohumunu sokmuş. Artık padişah içindeki bu şüphe ile kıvranıyormuş. Aradan biraz zaman geçmiş, padişah daha fazla dayanamamış. Vezirini yanına çağırmış; "Çabuk o haini yanıma getirin! Kellesini, gövdesinden ayıralım da bu sıkıntım bitsin." demiş.
Hekimi, apar topar saraya getirmişler. Bilge hekim, kendisi hakkında iyi şeyler olmayacağını tahmin etmiş. Padişah:
"Sana çok güvenmiştim. Sen benim bu güvenimi casusluk yaparak boşa çıkardın. Bunun cezasım çekeceksin!" demiş.
Hekim, suçlamaları inkar etmiş, yalvarıp yakarmış ama nafile. Padişah kararından dönmemiş. Ve celladına boynunu vurması için emir vermiş. Cellat, hekimin boynunu uzatmış, keskin kılıcını çekmiş ve son emri beklemeye başlamış. Hekim son bir ümitle:
"Padişahım. Benim ölmem gerçekten şart ise ölmeye razıyım. Ama bana biraz süre tanıyın. Gidip akrabalarımı göreyim, onlarla helalleşeyim. Hepsinden de önemlisi, yıllarca emek emek hazırladığım bilgelik dolu şifa kaynağı kitaplarımı, ehil insanlara vereyim ki, insanlar bu hazineden kana kana içsinler. Bu kitaplardan en değerlisini zaten sizin için hazırlamıştım. İçinde rum ilimIerin özü, rum soruların cevabı var. Paha biçilemeyecek bir kitap bu."
Padişah heyecanla: "Nasıl bir kitaptır bu?" diye sormuş.
Bilge hekim: "O öyle bir kitaptır ki, bir bilgelik hazinesidir. Eşsiz bir kaynaktır. Tüm gizli ilimIeri içerir. Hatta benim kellemi uçurduktan sonra, kitabın üç sayfasını ve dördüncü sayfanın ilk satırını okursanız, kellem konuşmaya başlar ve tüm sorularınızın cevabını verir." demiş.
Hükümdar, bu muhteşem kitaba sahip olabilmek için; "Hekimi serbest bırakın, iki gün sonra geri getirin!" diye emir vermiş. Birkaç muhafızla hekimi göndermiş.
Vakit tamam olunca, hekimi sarayın meydanına getirmişler. Bütün halk merakla olacakları bekliyormuş. Hekimin sağ kolunca bilgelik kitabı, sol kolunda ise küçük bir kutucuk varmış.
Hekim: "Sultanım, istediğiniz muhteşem kitabımı getirdim. Yalnız bana müsaade ederseniz biraz çalışmam lazım. Emredin de bir de tepsi getirsinIer." demiş.
İzin verilince bağdaş kurup yere oturmuş. Küçük kutunun kapağını açmış. İçindeki tozu tepsiye dökmüş. Sağ elindeki kitabı da dikkatlice tepsinin içine koymuş. Biraz okumuş üflemiş. Sonra:
"Padişahım, kitap şimdi hazır hale geldi. Kellemi uçurduktan sonra, bu tepsideki tozların üzerine dikkatlice koyun. Sonra, kitabı açıp okumaya başlayın. Fakat, kellemi almadan lütfen bu kitabı açıp okumaya kalkmayın." demiş.
Fakat, padişah hırs ve merakından hekimi duymuyormuş bile. Hemen kitabı kaptığı gibi sayfalarını açmaya çalışmış. Fakat, kitabın sayfaları birbirine yapışık olduğu için açamamış. Elini tükrüğüyle ıslatıp ilk sayfayı yırtmadan açabilmiş, fakat sayfada hiçbir yazı yokmuş. Elini tekrar tükrüğüyle ıslatıp ikinci sayfayı açmaya çalışmış. O sayfa da boş. Üçüncü sayfayı da aynı şekilde açmış. O da boş ... Dördüncü sayfayı açmaya çalışırken, birden dizlerinin bağı çözülmüş, boğazına bir şey düğümlenmiş. Başına gelenlerin farkına varmış, ama nafile ...
Hiçbir şey diyerneden, bilge hekimin sadece gözlerine bakabilmiş. Kitaptaki toz zehirin etkisiyle bu dünyadan göçüvermiş. Hırsının ve aceleciliğinin cezasını canıyla ödemiş.
(Arap Masalı)