Karıncacık Masalı
Toprak yatağından uyanan yavru karıncacık üstünü giyindikten sonra, ağaçlar arasında gezinmeye çıktı. Yavru karıncayı herkes tanıyordu. Karıncacık küçücük olmasına karşın, tanıdıklarıyla uzun uzun söyleşirdi. Bilmediği şeyleri tanıdıklarına sorardı.
Karıncacık ağaçların arasından geçerek çayırdaki otların ve çiçeklerin arasında gezinmek istiyordu. Otların üzerindeki çiylerden yıkanmak, renk renk çiçekler arasında gezinip yeni yeni arkadaşlar edinmek, yeni edindiği arkadaşlarıyla oynamak düşü kurmuştu uyku arasında.
Yanında geçmekte olduğu büyük bir ağacın dalları arasından gelen sesle başını yukarı kaldırdı. Sesin sahibini aradı bir zaman.
“Hey nereye böyle? Sabah sabah bir günaydın yok mu?”
Sonunda sesin sahibini buldu. Kendisiyle sürekli sohbet eden yaşlı serçeydi. İlk anda tanıyamadı, ama yanıtlamaktan da gecikmedi.
“Nereye olacak akıllım!.. Çayıra doğru gitmek niyetindeyim.” dedi.
Serçe:
“Sabah sabah, çayırda ne işin var? Aç mısın? Açıkta mısın?” dedi.
Karıncacık:
“Ne açım ne de açıktayım. Gezip güzellikler görmek istiyorum. Çiçekler bir güzel açmışlardır şimdi. Çiçekleri sevip okşamak hoşuma gidiyor.” dedi.
Serçe:
“Ama çayır çok uzaklarda. Yorulup yollarda kalmayasın sonra,” diyerek kanatlarıyla gözlüklerinin camlarını sildi.
Karıncacık:
“Ooo!.. Güle güle kullan, kendine gözlük almışsın,”deyince.
Serçe:
“Evet aldım ya!.. Mecbur kalmasaydım almazdım. Eğer gözlerimde gözlük olmasaydı seni göremeyecektim. Bunun benim için ne demek olduğunu bilir misin? Gözlükler sayesinde dostlarımı görüp sohbet edebiliyorum.” dedi.
Karıncacık serçeye acıdı… Üzüntüsü arasında:
“Peki her şeyi rahatlıkla görebiliyor musun?”
“Evet eskisinden çok çok iyi görüyorum. Dönüşte zamanın olursa, bana uğra da sohbet edelim ha ne dersin?”
Karıncacık:
“Elbette, neden olmasın. Uğrarım tabi. Gördüklerimi de bir bir anlatırım.”
Serçe:
“Tamam anlaştık. Haydin uğur ola, kendine iyi bak,” diyerek kanatlarını sallayarak karıncacığa “güle güle” dedi.
Karıncacık az ilerde kendisine rüzgârın oğlu adını verdiği kertenkeleyi gördü. Oda sabah erkenden dışarı çıkmıştı.
Kertenkele karıncacığı görünce:
“Nereye böyle karıncacık, hem de bir başına,” dedi.
Karıncacık:
“Çayıra!..” dedi. “Yeni yeni çiçekler arasında gezmek istiyorum. Yol biraz uzun olduğu için erkenden çıktım.”
Kertenkele:
“Bende o tarafa gidiyorum. Haydi atla sırtıma bakayım. İşin çabuk biterse dönerken de seni alırım.” dedi.
Karıncacık, “Teşekkür ederim,” diyerek tırmandı kertenkelenin sırtına, elbiselerini sıkıca iki eliyle kavradı.
Kertenkele:
“Tamam mı? Sıkı tutun, düşmeyesin sakın.”
Karıncacık:
“Tamam” deyince, kertenkele rüzgar gibi otlar ve ağaç yaprakları arasından rüzgâr gibi geçti. Bir solukta çayıra vardı.
Karıncacık göz açıp kapatıncaya kadar kendisini çayırda bulmuştu. Kertenkeleye “teşekkür ederim,” diyerek, yere atladı.
Kertenkele:
“Aklında
Sponsorlu Bağlantılar
olsun üç saat sonra burada olursan seni ***ürürüm. İşlerini çabuk bitirmeye bak.”
“Çok çok teşekkür ederim. Dediğin saatte burada olmaya çalışırım,” diyerek, yürümeye başladı karıncacık. Biraz sonra kendisini bir çiçek tarlasında buldu. Çiçekler iç içe sarmaş dolaştılar. Öbek öbek sarmışlardı her tarafı, mis gibi kokularıyla dillerini güneşe uzatarak solumaktaydılar. Çeşit çeşit arılar, böcekler, çiçekler arasında dolaşıyorlardı. Bir Pazar yeri kalabalığı gibiydi çiçeklerin arası.
Toprağın, otların dalları, çiçeklerin yaprakları renk renk çiçek tozlarıyla bezenmişti. Kehribar Kafkas bal arıları ayaklarına doladıkları çiçeklerin poleniyle benek benek, rengarenklerdi.
Karıncacık çiçek tozlarının kokusuyla sarhoş oldu sanki. Kimi tanıdıklarıyla merhabalaştı, kimileriyle uzun uzun söyleşti. İçi sevinç doluydu. Doğayı ve yeşillikleri ne de çok seviyordu. Her şey sevecen, hiç kimse kimseye bağırıp çağırmıyor, herkes işiyle ilgileniyordu.
Tanıdıklarıyla sohbet ede ede dere kenarına kadar varmıştı. Yorulduğu için yeni filiz süren çiğdemin yaprağı gölgesinde uzanıp yorgunluk giderdi. Düşlere daldı. O kadar güzel düşlerdi ki inanası gelmiyordu. Bir ara gök yüzündeki beyaz bulutların üstünde sevdikleriyle koşup oynadı. Halay çekti. Saklambaç oynadı.
Bir iki kurbağanın deredeki suya “cılp” diye atlamalarıyla daldığı düşten uyandı. Çevresine bakındı. Çiçeklerden hayli uzaklaşmıştı. Kimi kurbağalar geniş yapraklı otlar arasında pusuya yatmışlardı, otların arasında dillerini uzatmış, sinekleri yakalamaya çalışıyorlardı.
Oldum olası fırsatçılara kızıyordu karıncacık… Kurbağalar kimi akrabalarını da öyle yakalamışlardı. Bir var ki çabuk farkına varmıştı. Yoksa kendisinin de yakalandığı gün olurdu. Annesi her fırsatta kurbağalardan uzak durmasını tembihlemişti zaman zaman. Hemen çabucak kalktı yattığı yerden. Saatine baktı. Geç kalmaması için, kertenkele ile buluşması gerektiği yere hızlı hızlı yürüdü. Durağa vardı. Biraz sonra kertenkele de çıka geldi. Nefes nefeseydi. Rengi küle kesmişti.
Karıncacık:
“Ne oldu? Nefes nefese kalmışsın?” deyince.
Kertenkele:
“Hiç sorma az daha karga beni kapıyordu. Çok korktum. Sana söz vermeseydim. Belki de sonum olurdu. Durup saatime bakarken duyduğum seslerle fark ettim. Karganın beni yakalamak istediğini!..” dedi.
Karıncacık:
“Geçmiş olsun, üzüldüm şimdi.” dedi.
Kertenkele:
“Hiç sorma, az daha kargaya postu deldirecektik. Ama boş ver üzülmene gerek yok artık. Bak buradayım işte. Haydi atla, bir an önce gidelim buradan,” dedi.
İkisi birden hızlıca ayrıldılar çayırdan. Gün batmak üzereydi. İhtiyar serçe halen ağacın dalları arasında karıncacığı bekliyordu.
Karıncacık ihtiyar serçeye seslenerek:
“Geç kaldım annem merak içindedir. Yarın gelir uzun uzun söyleşiriz,” deyince.
İhtiyar serçe:
“Tamam anlaştık. Anneni bekletmen doğru olmaz. Annene selamımı söylemeyi unutma. Ha karıncacık söyle annen de bir gün bana misafirliğe gelsin.”
Karıncacık:
“Tamam söylerim. Hoşça kal, kendine iyi bak.” dedi.
Karıncacığın annesi kapıda kendisini bekliyordu. Koşarak annesinin boynuna sarıldı.
Taki Akkuş