Patlıcan'ın Gözyaşları Masalı
Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, güzel şehirlerin birinde, Ensar adında bir çocuk yaşarmış. Küçük Ensar, isminin manasından mıdır bilinmez, yardımlaşmayı, muhtaçlara yardım etmeyi çok severmiş. Mahallede herkes onu bu özelliği ile bilirmiş. Öyle ki Ensar’ın babası bir sokağa çıkmayagörsün... Bütün mahalle, onun oğluna övgü yağdırır, böyle hayırlı bir evlat yetiştirdiği için ona teşekkür eder, elini öpermiş.
Ensar’ın, ihtiyacı olan herkesin yardımına koşması, anne-babasının mahalledeki teyzeler ve amcalarca saygı görmesine sebep olmuş.
Yardıma koşmak dediysek, aslında öyle zor işler de değilmiş hani. Her çocuğun güle oynaya yapabileceği ama yapmadığı şeylermiş Ensar’ın iyilikleri.
Marketten dönen bir ablasının poşetlerini taşımak, karşıdan karşıya geçmekte güçlük çeken bir teyzesinin koluna girmek, gözleri görmeyen bir amcasının market ihtiyacını gidermek... gibi işler.
Ensar iyiymiş, hoşmuş; ama onun anne ve babasını çok mu çok üzen bir huyu varmış: Yemek seçmek.
Annesi, oğlu için her gün türlü türlü yemekler hazırlıyormuş ama Ensar bunların çoğuna burun kıvırıyormuş. Anne Meryem ve eşi Ercan Bey oğullarına “Ben bunu yemem” dediği yemeklerin nimet olduğunu her defasında anlatıyorlarmış ama Ensar onları duymuyormuş.
Meselâ, bu yakışıklı çocuk, ağzına patlıcan sürmezmiş. Evde patlıcan yemeği piştiğini öğrenince hemen suratını asar, “Yapa yapa bunu mu yaptın?” diyerek annesini üzermiş. Zavallı kadın, oğlunun bu huyundan vazgeçmesi için çok çabalamış ama...
Patlıcan, bamya, kereviz, karnabahar ve daha nice sebzeyi hiç yemeyen bu yardımsever çocuk, ailece yedikleri bir akşam yemeğinde, tencereden bir ses geldiğini işitmiş. “Benim uykum geldi sanırım” deyip önemsememiş küçük çocuk bu sesi. Ama aynı sesi tekrardan işitince, hızlıca tencerenin kapağını açmış.
Oğlunun bu hareketini gören Meryem Hanım, “Nihayet öğütlerim işe yaradı, Ensar patlıcan yiyecek herhalde, çok şükür” diye mırıldanmış. Ve hemen elindeki kepçeyi tencereye daldırmış.
Ensar, patlıcanın sesini üçüncü kez işitince, “Kulaklarıma inanamıyorum” diye haykırmış. Baba Ercan Bey ve eşi Meryem Hanım, Ensar’a ne duyduğunu sorunca, “Hiiiiç” diyerek cevap vermiş Ensar. Sonra bu koca “Hiç”in yanına, annesine patlıcan yemek istemediğini ilave etmiş.
-Hey sana diyorum sana. Korkma, sana zarar vermeyeceğim.
-Sen konuşan patlıcan mısın? Ben ilk defa konuşan sebze görüyorum. Hem sebzelerin konuşabildiğini de bilmiyordum.
-Evet ben konuşabiliyorum. Seninle birazcık konuşabilir miyiz yakışıklı çocuk? Sorularının cevabını vereceğim. Yalnız sessiz olmalısın, anne-baban bizi duymamalı.
-Hı, hı. Konuşabiliriz sevgili patlıcan.
Çocuklarının biri ile konuşuyormuşçasına başını sallamasına, dudaklarını oynatmasına bir türlü anlam veremeyen Meryem Hanım ve eşi bunu düşünmeyi bırakıp, koyu bir sohbete dalmış.
Meryem Hanım ile Ercan Bey’in sohbete daldıklarını fark
Sponsorlu Bağlantılar
eden patlıcan başlamış söze:
-Sana diyorum yakışıklı sana.
-Ne diyorsun? N”oldu? Hem sen nasıl konuşuyorsun? Yemekler konuşmaz ki.
-Evet, yakışıklı bey doğru söylüyorsun, normalde sebzeler, yemekler konuşmaz. Ama ben bugünlük Sebze ve Meyve İşleri Başkanlığı’ndan seninle konuşabilmek için özel izin aldım.
-Öyle bir başkanlık mı var?
-Siz bilmezsiniz bu başkanlığı. Orada her gün meyve ve sebze görevlilerinin getirdiği raporlar kalabalık bir grup tarafından dikkatlice incelenir ve gerekli işlemler yapıldıktan sonra yüksek bir dolaba kaldırılır. O raporlarda gün be gün insanların hangi yiyecek ve içecekleri tükettiği yazılıdır. Senin tükettiğin yiyeceklere, tükettiğin içeceklere baktım. Sonra derhâl yanına gelip seninle konuşabilmek için izin aldım. Sağ olsun başkan izin verince de, annenin kulağına bugün ali nazik yemeği pişirmesini fısıldadım.
-Ve sonra tencereye girdin, benim yanıma geldin. Peki benden ne istiyorsun sevgili patlıcan?
-Senden ne istiyorum? Güzel soru sordun Ensar’cığım. Senden isteğim tek şey beni biraz daha dinlemen.
-Benim ismim patlıcan. Morgiller şehrinin Pat ilçesinde doğduğum için annemler hem doğduğum yerle tanınayım diye, hem de uzun ömürlü olayım diye adımı “Patlıcan” koymuş. Anne ve babamı çok küçük yaşta kaybettim. O ikisinin ardından on yıldan fazla gözyaşı döktüm, onların bu erken ölümünü kabullenemedim, kabullenmek istemedim. Döktüğüm gözyaşlarından dolayı tadım biraz acımsıdır, buruktur.
Biliyor musun Ensar, ben bu yaşıma kadar hep ağladım; çünkü hem annem yok hem babam. Tam bu acım hafifledi derken; bu sefer de başka sebepler ağlatmaya başladı beni.
-Neden ağlıyorsun ki? Nedir o sebepler?
-Ağlıyorum, çünkü çocuklar beni kuzenim patates kadar sevmiyor. Patates kızartmasını hemen her çocuk çok seviyor, ya beni? Sevgiden, ilgiden mahrum kalmak ağlatıyor beni.
Anneler beni pişirdiği gün çocuklar burun kıvırıp “ıyy” diyor, ama patates pişirince “oleeey” deyip seviniyorlar. Benim suçum ne söyler misin Ensar? Annesiz, babasız olmak mı? Sarı renkte olmamak mı?
İki gözü yaş dolu patlıcanın sözleri bitmemişti ki, Meryem Hanım oğluna dönerek
“Oğlum, deminden beri bakıyorum da öyle oturuyorsun, bir şey yediğin yok. Sofrayı kaldırıyorum o halde.” deyip, pat diye ağzını kapamış patlıcanlı tencerenin. Haliyle sesi duyulmaz olmuş, dertli patlıcanın.
“Ama, ama” diye mırıldanmış Ensar, ama olan olmuş bir kere. Meryem Hanım’ın tencereyi kapamasıyla küçük çocuğun gözlerinden de yaşlar boşanmış, az önce konuştuğu patlıcanınki gibi.
Anne Meryem Hanım, elindeki tencereyle mutfağa yönelince, Ensar durdurmuş annesini.
“Anneciğim bana biraz o yemekten koyabilir misin, çok güzel koktu, canım çekti.”
Böyle diyen ve şapur şupur ali nazik yemeği yiyen oğullarını, annesi bir yanağından, babası öbür yanağından öpmüş.
Bu mutlu aile, afiyetle yedikleri bu güzel akşam yemeğinden sonra, güle oynaya dondurmalarını kaşıklamış...